“34” birçok tasarım disiplininde kendini gösteren genç bir ekip… Mimarlık, iç mimarlık gibi tanımlamalara sıkışmaktan uzak duruyor; birçok işte uygulayıcı firma, danışman ve kontrolör olarak da yer alıyorlar.
34’ün kurucusu Cenk Saraçoğlu ile yaptığımız keyifli söyleşiyi sunuyoruz sizlere bu ay…
Mesleğiniz çerçevesinde biraz kendinizden bahseder misiniz?
1979 yılında İstanbul’da doğmuşum. 2002 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi’nden mezun oldum. Akabinde mimari tasarım üzerine yüksek lisans ve MBA programlarını tamamladım.
Lisans ve yüksek lisans dönemlerim de dahil olmak üzere mimari ve iç mekan tasarımı üzerine hizmet veren ofislerde, ayrıca uygulamaya dönük olarak şantiyelerde edinimlerim oldu.
Sonrasında kendi meslek pratiğimi icra edebileceğim bir ortaklık yapısı içerisine girdim ve 5 sene kadar serbest büroculuk yaptım. Açıkçası ilk ofis deneyimim keyif aldığım bir süreç değil, ne yapmak istemediğimi gördüğüm bir dönem olarak yansıdı bana ve ortaklığı bitirmek durumunda kaldım.
Bir süre yurtdışı workshop eğitimlerim ve freelance çalışmalarım oldu. 2012 yılının sonu, aktif olarak da 2013 yılının başında 34’ü kurdum.
Bu süreçlere paralel olarak bir dönem Mimarlar Odası Trakya Bölge Temsilciliği yönetim kurulu üyesi, Kent Düşleri’nde 3 dönem atölye yürütücüsü, ayrıca Özyeğin Üniversitesi’nde misafir jüri üyesi olarak yer aldım. Halihazırda Doğuş Üniversitesi’nde mimari proje atölye yürütücülüğü yapmaktayım.
34’ün serüveni nasıl başladı?
Erken yaşta serbest mimarlık yapmaya başladığınızda şayet size yol gösterecek birisi etrafınızda yoksa piyasa şartları, ekonomik süreklilik, müşteri ilişkileri gibi zorluklarla karşılaşınca yapmanız gereken esas işi kaçırabiliyorsunuz.
Bu durumu fark edip mesleki olarak tatmin olmadığımı görünce etrafımı saran kabuğu kırıp atmam gerektiğine inanarak ilk ofisimi hiç tereddütsüz kapattım ve bir süreyi kendi mesleki gelişimime ayırdım. Ne yapmak istediğimi sorguladım.
Bu süreç içerisinde freelance olarak bazı işler aldım. Büyük bir keyifle ve inanarak ürettim. En ufak süpürgelik detayına kadar tasarlıyordum.
Ofis olarak bizi öne çıkaran, bizim için itici güç olan Aca SU projesi de böyle bir zamana denk geldi. Mimari ve iç mekan tasarımları tek başıma ürettim. Konsept projelerden sonra işverenle ruhsat, uygulama projeleri ile danışmanlık ve kontrolörlük konusunda ikinci bir anlaşmaya varınca elimde birkaç işin daha olması sebebiyle artık yeni bir ofis kurmam gerektiğini düşündüm.
Ölçeği ve örgütlenmesi itibari ile bir mimarlık ve tasarım ofisi olarak 34 nerede duruyor?
Aslında sorunun net cevabı “tam ortasında” olabilir. Biz şu tipolojiyi yaparız biz bu ölçekte uzmanız gibi bir derdimiz yok. Aksine aslında farklı ölçekler ve programlara sahip projelerle dertlenmek daha çok hoşumuza gidiyor yeni yaklaşımlar ve edinimler açısından. Mekana dair herşey aslında bizim bir şekilde radarımızda.
34 ölçeğini kendi belirlemiyor, günün koşullarına dönük olarak hareket ediyor. Ediyor demek bile iddialı esasında, etmesi gerekiyor.
Türkiye gibi ekonomik ve siyasi dengeleri hassas olan ülkelerde, bir tasarım ve mimarlık ofisinin bunu görmezden gelmesi düşünülemez.
Büyük ölçekli ya da tersi küçük ölçekli olmalı gibi kendi adıma bir derdim de yok açıkçası.
Bugün itibari ile 6 kişilik, hiyerarşinin olmadığı herkesin her işi yapması gereken oldukça esnek bir ofis. Günü geldiğinde de hızlı büyüyebilecek manevra kabiliyetine sahip.
Ölçek ve örgüt yapısından ziyade üzerinde kişisel olarak dertlendiğim önemli noktalardan biri 34’ün tüm tasarım disiplinlerinin ortak ekseninde durmasını sağlamaktır. Biz sadece bir mimarlık ya da iç mimarlık ofisi olmak ya da anılmak istemiyoruz. Bu da ancak tüm tasarım disiplinlerine temasın dengesiyle mümkün olabilir.
34 bünyesinde yeni bir projenin tasarım süreçleri nasıl ilerliyor?
Tasarım süreçlerinin aktif olarak içerisindeyim. Yeni bir iş geldiği zaman hemen tasarlamaya çalışmaktan ziyade üzerine ofisçe düşünüp öncelikle kategorize etmeye çalışıyoruz.
Bu kategorizasyon işin niteliği bazında olabildiği gibi bazen müşteri bazlı, bazen süreç, bazı zamanlarda yatırım bütçesi bazı zamanlarda da bizim kişisel tasarım yetkinliğimiz çerçevesinde olabiliyor.
Yani aslında önce sakin durup elimizde ne olduğuna ve ne ile baş edeceğimize konsantre oluyoruz. Bir nevi algılama safhası da diyebiliriz sanırım buna. Algıladığımız gerçeklik ya da hayal üstünden soru(n)larımızı ortaya koyuyoruz ve tasarımlarımız da bunlara vermeye çalıştığımız cevap ve çözümler oluyor bir anlamda.
Mimari, iç mekan tasarımı ve ürün tasarımı yapıyorsunuz. Ayrıca bazı işlerinizde uygulayıcı firma, kontrolör ve danışman olarak yer alıyorsunuz. Bu ölçek ve pozisyon farklılıkları sizin için nasıl bir anlam ifade ediyor?
Tasarım dediğiniz şey ölçekten bağımsız olarak yöntem ve süreç itibarı ile her biri için aynı esasında, değişen esas ürüne varmak için harcadığınız toplam zamanda. Doğal olarak bu da harcanan efora yansıyor.
Bu ölçek farklılıkları içerisinde dikkat ettiğimiz bazı argümanlar da var elbette. Mimari tasarımların zamansızlığı önemli. Diğerleri biraz daha kullan at keyfiyetinde, kısa vadeli işler olabiliyor. Buna da dışarıdan müdahale edebilme şansınız pek yok aslında.
Özellikle ticari faaliyete hizmet edecek iç mekan projeleri, kurumsal konsept imajlı olarak ortaya çıkabiliyor. Siz burada tasarımcı kimliğinizle o mekanı tasarlarken , mekanın yatırımcı için amaç olmadığını araç olduğunu atlamamanız gerekir.
Bazen de bir markalama (branding) çalışması için hizmet verebiliyorsunuz. Bir mimar olarak müşterinizin ticaretine yön vermeye kalkmanızı anlamlı bulmuyorum. Örneğin bu bir kafeterya tasarımı ise mekanı kullanması hedeflenen müşteri profilini belirlemek esas olarak tasarımcının işi değil.
Uygulama yapıyor olmamız, danışmanlık ve kontrolörlük hizmeti vermemiz bizim tasarım anlayışımızı da şekillendiren bir başka etken olarak ortaya çıkıyor. 34 hiçbir zaman işin uygulama noktasını es geçen, nasıl yaparlarsa yapsınlar diyen bir ofis olmadı. Ölçeğinden bağımsız olarak tasarlananın makul çerçevede üretilebilmesi önemli.
Günü geldiğinde gerek bir ürün için atölye ortamında gerekse mekan tasarımlarında şantiyede sıkıntı yaşanmaması için önlemimizi projelendirme aşamasında almaya gayret ediyoruz.
Projelerinizde mimarlığa (tasarıma) bakış açınızla müşterilerinizin kişisel ihtiyaçlarını, taleplerini, yaşam biçimlerini nasıl bir araya getiriyorsunuz?
Müşterimiz şayet gayrimenkul yatırım projesi talebiyle bizimle ise başka, şahsına dönük kullanım için bir proje talebiyle bizimle ise başka değerlendirmek gerek.
Kaldı ki müşterimiz gayrimenkul yatırım projesini daha çok bir amaç (satılacak-kiralanacak bir ürün) olarak görürken, bir kafeterya, mağaza ya da kendisi için villa tasarımı talep eden müşteri talep ettiği ürünü bir araç olarak görüyor.
İkinci tür müşteri de kendi içinde alt gruplara ayrılıyor. Kafeterya müşterisi ile villa müşterisinin kendi iç dinamikleri ve bunun karşısında bizim aldığımız tavır da farklı.
Örneğin kafelerde daha markalama çalışmaları içerisinde müşteri yapmak istediği ticarete dönük olarak kendi kişisel taleplerini bir kenara koyuyor zaten. Kendi müşterimizle birlikte müşterimizin müşterisinin talebini duymaya çalışıyoruz. Mekan ticaretin kendisi olmaktan çıkıyor ve araç olmaya başlıyor.
Villada ise müşterinizin talepleri, aile düzeni, alışkanlıkları, inanç ve manevi değerleri, zevkleri, keyifleri vb. ciddi önem taşıyor. Bu tip işlerde mesleki egolarımızı biraz törpüleyerek, geride tutarak başlıyoruz çalışmaya.
Elbette bunların hiçbiri kendi bakış açınızı kenara koymanız anlamına gelmiyor. Benzetmek gerekirse her seferinde farklı bir manzaraya bakıyorsunuz yani fiziki koordinatınızı değiştiriyorsunuz, oysa ki her seferinde yine kendi gözünüzle bakıyorsunuz.
Türkiye’deki mimarlık ortamını değerlendirmenizi istesek neler söylersiniz?
Sorunuza tüm hatlarıyla cevap verebilmek mümkün değil açıkçası. Oldukça geniş çerçevede değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ancak mimarlık ortamını oluşturması beklenen parametrelerden biri için birkaç şey söyleyebilirim.
Nitelikli mimarlık üretebilmek için iyi bir akademik eğitim vermeniz, mimar olmayı seçen genç arkadaşları doğru yönlendirmeniz elbette olmazsa olmaz.
Görünen şu ki mimar adaylarının ve nihayetinde mimarların, akademi öncesi geçmişlerinde onlara altyapı oluşturabilecek mimarlık ve tasarım kültürü eksik. Bunun sıkıntısını da mimarlık öğrencileriyle ilişkide yürüttüğüm proje atölyelerinde yaşıyorum.
Ülkemizde bu kültüre hizmet etmesi gereken paydaşların arasındaki eşleşmelerde, gençlerin doğup büyüdükleri, hatta akademik eğitim aldıkları kentlerin birçoğunda onları beslemesi gereken unsurların ya büyük sorunlara gebe olduğunu ya da zaten bunların hiç olmadığını görüyorsunuz. Dolayısıyla mimarlık ortamını şekillendiren ana unsurlardan biri olan akademik öğretimin ayaklarından biri her daim aksak kalıyor.
Geriye dönüp baktığınızda sizden önceki dönem çerçevesinde Türkiye mimarlığı üretiminde keşkeleriniz var mı?
Keşkemi Ankara üzerinde dile getirmek isterim. Bugün yükselen Kocatepe Cami’nin yerinde keşke Vedat Dalokay’ın gerçekleştirdiği ilk tasarım yer alıyor olsaydı.
Sizin için kentsel dönüşüm ne ifade ediyor?
Kendi asli unsurlarının yok sayılmadan, bu unsurların sürece ve sonuca dahil edildiği kent yenilemeleri olarak tanımlayabiliriz kısaca.
Zaman ve gelişen dünya düzenine bağlı olarak ortaya çıkan yeni ihtiyaçlar, fonksiyon ve kullanım eskimeleri, coğrafi parçayı işgal eden kitlenin sosyal dinamikleri, kentsel bozulmayı daha iyi anlama ihtiyacı vb. faktörlerle ortaya çıkar. Siz de bunlara çözüm üretmeye çalışırsınız. Esas olan ve atlanmaması gereken ise toplumsal bütünleşmenin olmazsa olmazlığıdır.
Gelecek için 34’ün belirlediği hedefler nelerdir, bunları bizimle paylaşır mısınız?
34’ün bulunduğu toplumu ve dinamiklerini yok sayarak hedef koyabilmesi mümkün değil. Ancak ülkemiz hareketli ve değişken yapıda olduğu için projeksiyon yapmak da bir o kadar zorlaşıyor.
Biraz da belki bu sebeple yurtdışı projeleri yapmayı hedefliyoruz. Farklı kültür ve algı düzeylerinde çalışmak bizim için hem geliştirici olacaktır hem de kendimiz için yeni bir üretim alanı tanımlamış olacağız.
Tasarım eksenli olma kaygımızı ve çabamızı sürekli kılmak da yine başka bir hedefimiz olarak söylenebilir…
Biraz mimarlıktan uzaklaşırsak; en sevdiğiniz sinema filmi ve okunmasını tavsiye edeceğiniz kitap hangisi?
İsmim gereği biraz ironik olacak belki, ancak savaş gerçekliğiyle beni rahatsız eden, buna karşılık insan olma erdemi üzerine düşünmemi sağlayan bir kavram. Bu sebeple hem okumalarım hem de izlediğim filmlerde geniş bir yer kaplar. Tavsiyelerim de bu yönde açıkçası. İnce Kırmızı Hat (Terrence Malick) sevdiğim bir film, Batı Cephesinde Yeni Bir şey Yok (Erich Maria Remarque) kesinlikle tavsiye edeceğim bir kitaptır.
34
http://www.34architects.com/
Yahya Kahya Mah. Aynalı Çeşme Cad. No:15 D:4 Beyoglu – Istanbul
+90 212 244 06 27 | info@34architects.com
YORUM YOK