Mimarlardan. Guadalete Vadisi’nin Betica Dağı’yla buluştuğu Nazari sınırındaki bu orta çağ kulesi konumu itibariyle tarihi bir imge olmuştur. Fakat 2013’teki kısmi çöküşü, peyzajdaki böğe kültürünü temsil eden bir “landmark” olmasıyla birlikte kulenin geri kalanının mimari stabilitesini de riske atmıştır. Burdan yola çıkarak projemiz böylesine bir ikonu hayata döndürmek üzerinedir.
Güncel mimaride hala yoğun tartışmaların devam ettiği bir konu olarak “koruma ve tasarım” meselesi sıcaklığını uzunca bir süre daha devam ettirecek gibi. Yapıya ve hatta biraz daha özelleşecek olursak yapının elemanlarına ait hafızanın sürdürülebilirliği ve yorumlanması alabildiğine sübjektif bir duruş gerektirirken, estetik kavramının kıyılarında gezinmeden bu konularda konuşmayı da imkansızlaştırıyor.
Korumanın orijinaline karşı güçlü bir sadakatle uygulanması mı yoksa güncel yorumlamalarla harmanlanarak, geçirdiği evrim sürecindeki her katmandan birtakım izler taşıyaması, yani kümülatif bir duruş sergilemesi mi mubahtır?
İşte bu ikilemin somutlaşmış bir tartışmaya dönmesini sağlayan son zamanların en çok konuşulan koruma örneklerinden bir tanesi: Matrera Kalesi gözlem kulesi restorasyonu. Yapının elemanlarına dair bir korumacı yaklaşım konusunu duvar yüzeyiyle vurgulayan bir proje.
Yakın zamanda yoğun yağışlarla sağlamlığı kırmızı alarm noktasına kadar inen Endülüs kulesi, Carquero Mimarlık’ın yerel kireçtaşı, kireç harcı ve cam elyafı malzemelerini kullanarak yapının özgün hacmini hayata döndürme teklifi kimi platformlarda bir restorasyon harikası olarak aktarılırken kimi bir kültürel miras faciası olarak yorumladı. Mimarların kendi açıklaması ise projenin özünün fütüristik bir imaj değil, daha ziyade izini geçmişten alan bir yansıma, kendi orijinine bir referans olduğu yönünde.
Projenin tekil renk kullanımıyla ve sade yorunlanmış hacimleriyle var olana, önceden gelene ne kadar saygısızlık yapma girişiminde bulunduğu tartışılır olsa da ArchDaily’den Stancu David’in yorumuna göre insanların esas kızgınlıkları yapının ele alınış şeklinin kendisinden ziyade koruma anlayışına yeni bir peyzaj sunması ve bir nevi ezberbozan bir duruşa sahip olması. Kendisi bunu Eiffel’in başta canavar bir yapı olarak algılanması ya da Haussmann’ın Paris’in doğal dokusunu mahvettiğinin söylenmesi gibi örneklere benzetiyor.
Tartışmalar ne yönde olursa olsun, Architizer A+ Ödülleri 2016 Preservation alanında Carquero Mimarlık tasarımcıları kamu oylamasıyla ödülü kaptı. Bu, belki de alışılagelmiş, dogmatik denebilecek içgüdüsellikteki “günümüz malzemesiyle antik motiflerin yorumlamadan, soyutlamadan, olduğu gibi kullanılması” gibi, yapının korunduğuna ikna olan/eden bir toplumsal algıya meydan okuyordur. Kamunun, korumanın alternatif yöntemlerine duyarlılık göstermesi neresinden bakılsa önemli bir gelişmedir.
Bu projede enteresan olan bir başka yaklaşım da mekan algısını oluşturan aslında en ilkel ve doğrudan öge olan duvarın, günümüze ulaşabildiği haliyle kültürel ve tarihi bir giysi gibi ele alınışıdır. Duvar kaplamalarının, panellerinin ve bu ürünler için kullanılan malzemelerin teknolojinin de gelişmesiyle yüksek dayanımlarda ve çeşitliliklerde mimaride kullanılması tasarımın estetik boyutundaki kombinasyonları adına ciddi bir skala eklerken, duvarı giydirmek yerine bir giydirme malzemesi olarak kullanmak, duvarın kendisini ikonik bir halı gibi kullanmak ve tüm izleyenlere bir duvara asılmış bir sergi ürünü gibi sunmak hem restorasyon adına hem de genel anlamda mimari tasarım adına taze bir bakış açısıdır.
Günümüzde mekanlara yaşanmışlık hissini taşıyan bu görsel etkiyi duvar panelleriyle de tasarımlarımıza taşıyabiliyoruz. Bu eski ve yeniyi bir araya getiren duvar görünümünü anımsatan, Artstone yenilikçi tasarım ürünlerinden Hormigon Vintage gibi.
YORUM YOK